Resistanbul: Yunanistan destekler
IMF’nin sık sık övdüğü Türk devleti, Taksim Meydan’ında doğanın tahrip edilmesine karşı protestoya teşebbüs edip Sultanlık halini almış ve kendilerini özgürlüklerinden mahrum eden rejimin sonlanmasını talep eden halkın kanını vahşi saldırılarla sokaklara dökmeye başlayalı yedi gün oldu. Ülke tarihinin en geniş çaplı gösterileri olan bu gösteriler hiç şaşmayan istatistiklerinin, büyüme programlarının ve son yıllarda sosyal barış ve istikrarı korumakta başarısız olmuş olsa da iyileşmeyi garanti eden tek ekonomik model olarak görülen modelin neden başarısız olduğunu anlayamayan siyasi ve ekonomistlerde şok etkisi yarattı. Tabi bu kendiliğinden gelişen olayların ve baskıcılara karşı çıkmaya karar verdikleri anda hayal güçleriyle devrim yolları açan gençlerin kontrolleri dışında oluşu ve patlayıcı etkisi onlar için anlaşılması zor şey oldu. Anlamak yerine burunlarından kıl aldırmadan başlarını toprağa gömüp eylemcileri “bir avuç çapulcu” ve hiçbir siyasi güdümü olmayan serseriler olarak değerlendirdiler. Yalanları ve tutarsız konuşmalarıyla gerçeklere ve Türk ayaklanmasına gölge düşürmek isteyen kalantorlar ve parlak iş adamları Türk şehirlerinde, genç protestocuların azmi ve fedakarlığında, bayraklarda, sloganlarda ve özgürlük sembollerinde, duvarlarda ve afişlerde ve elbette sokaklarda beden bulmuş beraberlik ruhu sayesinde büyük oranda dışarıda bırakıldı.
Fakat bu başkaldırı salt Türkiye’ye ait olarak düşünülmemeli. Türünün tek örneği ya da uzun zamandır tahmin edilen bir olay olarak yorumlanmamalı. Şu andaki durumun sadece ve sadece (aslında oldukça heterojen ve zengin olan) Türk ulusunun elinde olduğunun farkındayız. Bu hareket ardında gelecek için efsanevi bir iz bırakarak söneceğini fakat ciddi sosyal ve siyasi ayaklanmalara sebep olacağını ya da Avrupa’nın geri kalanına, özellikle de komşu Yunanistan’a da yayılacak gerçek bir devrim hareketi başlatıp başlatmayacağını tahmin edemeyiz. Fakat ne olursa olsun, bu başkaldırı (her başkaldırı gibi) yeni ve muhtemelen uzun bir sürecin başlangıcının bir göstergesi. Sokaklarda yeşeren yeni gerçeklik günlük yaşamda normalleşmiş olan rekabete dayalı düzenin inadına birlik ve beraberlik duygularıyla dolu. Her ne kadar siyasi bürokrasiler demogojilerle sabote etmeye ve olup bitenleri kendi lehlerine döndürmeye çalışsa da bu gerçek kolay kolay silinemeyecek. Artık vakit beraberlik ve birliğin ulusal sınırları aşıp tüm Avrupa’ya (ve dünyaya) yayılması vaktidir.
Demogoglar, nefret söylemcileri, yobazlar, kendilerini peygamber ilan edenler, kafalarına göre tarih yazanlar ve diğer çeşitli propagandacılar yıllardır iki ulusun (Yunanistan ve Türkiye) düşman olduğuna ve bu iki ülkenin tek ortak yanlarının birbirlerine doğrulttukları silahlar olduğuna bizi inandırmaya çalıştı. Yıllarca “kötü komşularımızla aramızda çıkacak savaşa” her zaman hazır olmamız, geçmiş zaferleri tekrar yaşamamız gerektiği anlatıldı. Aramızda yüzyıllarca beslenmiş olan coğrafi rekabetin nefret ve gerilimden başka bir şey yaratmadığı ortada. Ancak tarihe bakmayı ret ediyor, tarihin aynı zamanda gözden geçirilme vaktinin ve yukarıdan dayatılan bu rekabeti tekrar düşünme vaktinin geldiğini düşünüyoruz. Eski imparatorluklar çökmüş olsa da silahları kar ve pazarlar olan yeni “paşa”lar ve “kral”lar insanları sömürmeye, oligarşinin çıkarlarını desteklemeye, sıradan halk ise aynı baskıyı, fakirleştirilmeyi ve pazar karlılığını artırmak ve kapitalizm denen bu av-avcı sisteminden kar edenler namına her türlü aşağılanmaları deneyimlemeye devam ediyor. Bu şartlar altında, tüm dünya finansal bir kumarhaneye dönmüşken kabul edilemez çalışma şartlarına, doğanın tahrip edilmesine, şehirlerimizin patronların emirlerini alıp baş sallamaktan başka bir şey yapamaz hale gelmiş insanları içine hapsetmiş modern kodeslere dönmesine gözümüzü kapatıp geçmişi idealize etmeye devam mı edeceğiz? Vakit geçmişi bir kenara bırakıp birbirimizle yakınlaşmak vaktidir. Bizi içinde bulunduğumuz açmazdan çıkaracak tek şey beraberlik ve kardeşliktir. Sonuçta, bize anlatılanların aksine, bölünmemize değer hiçbir şey olmadığı gibi bizi birbirimize bağlayan kültürel benzerliklerimiz farklılıklarımızdan çok daha fazla.
Türk halkını umutsuzluğa iten oligarşilerin çok yüzlü saldırısı ve tavrını giderek katılaştıran baskıcı devletin tavrıyla karşı karşıya olan Yunan halkının çoğunluğu Türk halkının yanındadır ve desteğini Türkiye Büyükelçiliği’nin ve konsolosluğunun önünde küçük gösteriler düzenleyerek, afişler taşıyarak, slogan atarak, broşür dağıtarak göstermektedir… Atina’dan en kuytu adaya kadar. Elbette iki tarafta da üzücü istisnalar var. Histerik bir milliyetçi popülizme takılmış, kafasını kaldırıp etrafına bakmayı reddeden insanlar da var. Fakat onlar ne çoğunluk ne de böyle kritik dönemlerde bizi bölebilecek iradeye sahiptir. Siyasi çıkarları olan spekülatif silah tüccarları ve bundan kar sağlayanlar bu kadar ortak noktası olan iki halk arasına nefret tohumları ekmeye devam edecek. Fakat sosyal ve uluslar arası birlik, beraberlik, eşitik ve adaler için çabalayan ve milliyetçi ya da dinci ayrımcılıklıkların her türünü reddeden halklardan gelen güçlü muhalefete boyun eğmek zorunda kalacaklar. Türkiye’deki eylemciler yalnız olmadıklarını, onlarla aynı özgürlük tutkusuyla yaşayan arkadaşları ve yoldaşları olduğunu bilmelidir.
“Ben bir Atinalı ya da Yunanlı değilim, ben bir dünya vatandaşıyım.” (Sokrat)
Efor, Michael Theodosiadis